26 Kasım 2012 Pazartesi

3 Mayıs 2012 Perşembe

360 İSTANBUL - TAKSİM


Baştan belirteyim, güzel bir akşam yemeği için 360 yerine Leb-i Derya’yı tercih ederim.
Mekanımızın fotoğraflarına şuradan bakalım ve devam edelim: http://www.facebook.com/360istanbul/photos?ref=ts

Burası neredeyse Müze Kart ile girebilecek bir yer olmuş, restaurant havasını kaybetmiş, bir curcuna var, asansör sırasında her daim onlarca kişi var. Şimdi olumlu yönlerini saymaya gerek yok. Herkes zaten methiyeler diziyor biraz da öteki yanından bakmakta fayda var. Başlayalım…

- Bir Cuma akşamı. Romantik  bir akşam yemeği için 360'ı tercih ettim. Buradan daha güzel yerler yok mu? Tabii ki var.  Amacımızın yüzde 70'i keşif. 3 gün önceden yapılmış bir rezervasyonla o şaşalı Mısır Apartmanı’na geldik. ‘ Asansörün önünde bekleyen tek  Türkler’ olarak yürümeyi tercih ettik. Sanat galerilerini geze geze mekanımıza ulaştık.  İlgisiz bir resepsiyon hanımefendisiyle geçen samimiyetsiz bir 2 dakikanın ardından masamıza yerleştirildik.

- İki kişi gidecekler için asıl sorun burada başlıyor. İki kişilik masalar tamamen duvar dibine yanaştırılmış ve gördüğü tek şey bar ve yandan dj manzarası. Masalar iç içe geçmiş. Aynı masada 4 farklı muhabbette bulunduğunuzu düşünün, o derece… 360'ı tercih etmenin en büyük nedeni manzara olarak değerlendirirken siz manzarasız masada birbirinizi duyabilmenin aslında ne kadar önemli olduğunun farkına varıyorsunuz. İçeride, saat 8'de, tam yemek zamanında öyle yüksek sesli bir müzik var ki bir o kadar da gereksiz. Akılları sıra Türk ezgileriyle harman edilmiş elektronik müzik. Bu arada hep aynı şarkılar çalıyor, müzik kulağım iyidir.
- Mekanımız tamamen yabancılarla dolu. Mekandaki garsonlarla beraber ‘Tek Türkler’ olarak yabancılık hissettiğimizi söyleyebiliriz. Yurtdışında birçok yer gezdik, çocukluğumuzu Marmaris’in engin barlarında geçirdik ama burada olmadı işte, yapamadık. Dedim ya müzeye dönmüş diye? Saat 8'de yaş ortalamasını düşürdük. Bizi yabancılaştıran en büyük nedenlerden biri de garsonun neredeyse mercimek çorbasını bile bize açıklamak gayretine düşmesi oldu. Neyse ki bir iki kritik soruyla garsonumuzu kilitledik.

- Yemekler gerçekten leziz. Olabileceğinin en iyilerinden ve şu ana kadar gördüğüm en hızlı servis. Mükemmeller bu konuda. Garsonlarda da doğal olarak ana dil İngilizce. Kibarlar, efendiler. Bahşişi hak ettiler

- Manzara. Tamam manzara güzel ama o kadar da değil arkadaşım. Bir kere burası 360 derece değil 240 derece, kimseyi kandırmasınlar  Önünde bulunan kilisenin buraya hava kattığı kesin. Geniş, güzel bir balkonu var. Burada da rahat rahat takılabilirsiniz.

- Rezervasyonlar 8'den 10'a 10'dan 12'ye. 8'den itibaren dakikalar geçtikçe mekanımız bir bar havasına bürünüyor. Saat 10'a yaklaştığında garsonlar yavaştan siz istemeden hesabı masaya bırakıyor. Size barda ağırlayabileceklerini söylüyorlar ve masadan kibarca kaldırıyorlar. Eğlence anlayışı gece 1.32'de başlayan biri olarak 10'da gelen bu teklife sırt çevirerek ayrılıyoruz canım 360'dan.

- Gelelim çok merak ettiğiniz hesaba  Bu iki kişilik bir doğum günü kutlaması. Bende ana yemek olarak Doğu Batı Bonfile. Biri Asyalı, biri Fransız’mış  Hanımefendide ise yoğurt, parmesan ve füme kırmızı biber esansı bulunan patlıcan ravioli. Çok havalı…

Bir şişe kırmızı şarap. Prestige Kalecik Karası. Tabii masaya ilk oturduğunuzda ‘Suyunuzu nasıl istersiniz?’ sorusu da cabası. Sodalı mı normal mi? Daha önceki tecrübelerimizden ılık olsun demedik allahtan… Kırmızı şarabımızın  fiyatı 155 TL.  Doğu Batı Bonfile orta pişmiş 49 TL. Migros gibi… Ravioli de 29 TL. (bu da hanımefendinin bir inceliği olsa gerek. Mönünün en ucuz yemeği. Ravioli de sadece 1 lokmalık)

Tabii her şey bununla bitmiyor. Yemekler bitiyor, bir manzaraya bakıp çıkacekken masanıza başka bir mönü bırakılıyor. Tatlı ve dondurma. Hem de geleneksel  Ne istersiniz diye soruyorlar? Siz de doğal olarak pişmaniyeli dondurma diye cevap veriyorsunuz…

Burada iki kişilik ortalama bir yemek 300 TL. Yemekler, servis, 240'ın manzarası nefis.

- Eglence… Taksim’in en marjinal eğlencelerinden birisi burada yapılıyor. Biz 12'den sonrasına kalmadık ama yemek arasında yapılan revü temalı 3 kadın arkadaşımızın dansını ilerleyen saatlerin habercisi olarak kabul ettik. Masaların kalkmasının ardından burada her şey değişiyor. Dansçı arkadaşlarımızla içiçe geçen dakikaların ardından kendinizden geçme olasılığı yüksek. Gecenin ilerleyen saatlerinde mekanda Türk oranı artıyor ama onlar da aralarda kayboluyor.

- Tuvalet. Pisuvarlarda buz var

- 360 bu şekilde. Garson arkadaşımıza yemek yediğimiz günün ertesi için bu yazının yazılmasına söz vermiştik ama 5 Nisan’dan itibaren epey bir zaman geçti. İyi bir garsondu. Onu alıp Marmaris’e götürebilirim. Haberi olsun

Saygılar efendim…

11 Nisan 2012 Çarşamba

KARAKÖY LOKANTASI - KARAKÖY


Sıra geldi İstanbul’un en iyi, en meşhur ve en kaliteli yerlerinden birine… Burası Karaköy Lokantası.

Karaköy Limanı’na hemen iki dakika mesafede olan lokantamız ağız tadına zevkine sefasına düşkün olanların yeri. Deniz manzaramız yok ama tarihi bir kokumuz var. Deniz manzaramız yok ama enfes tatlarımız, özenle hazırlanmış etlerimiz, tam kıvamında hazırlanmış balık ve mezelerimiz var.

Müdavimleriyle de ünlüdür burası. Sadece o gece Banu Güven, Erdal Şafakve diğer ünlü gazeteciler oradaydı. Eski Devlet Bakanı Bahattin Yücel de masamıza teşrif ederek bizi onurlandırdı, hoş sohbeti ve bilgisiyle muhabbetimize renk kattı.

Burası için anlatılacak çok şey yok aslında. Anlatılmaz, yaşanır. Bu derece de iddialıyım.

Bir Cuma gecesi Karaköy Lokantası’ndayız. Bir iş geliştirme, kaynaşma toplantısı diyebiliriz. Önceden rezervasyonumuz yapıldı, yoksa işimiz çok zordu. İlk adımımız rezervasyon yaptırmak.

Hani mekanlarda mezeler tabaklar halinde masanıza gelir siz de oturduğunuz yerden seçersiniz ya burada o yok. Eski ve daha keyifli usül. Dolaba gidiyorsunuz ve garsonun anlatımıyla seçip masanıza geliyorsunuz. Burası iki katlı bir yer. İki kişi de gayet keyifli gidebilirsiniz ama kalabalık arkadaş gruplarıyla daha eğlenceli olabilir.

Mekanın dizaynı şahane. Etrafınız mavi çinilerle süslenmiş. Gayet ince düşünülmüş. Gözü asla rahatsız etmiyor, hayranlık uyandırıyor.

Özellikle mezeler ve tatlılar çok başarılı. Köfte tercihimde hata benimdi. Rakının yanına balık yakışırdı. Olmadı.

Hesap konusunda maalesef bir bilgi edinemedim. İstesek de masadaki büyüklerimiz buna imkan vermedi.

Karaköy Lokantası hakkında anlatılacak bir şey yok. Her şey kusursuz. Gidin, eğlenin, beğenmezseniz hesaplar benden. Söz

PEYMANE LA CUCİNA - BEYOĞLU - İSTANBUL




Kısa bir Madrid arasının ardından İstanbul meyhanelerini gezmeye başlıyoruz. Önce Peymane hemen ardından da Karaköy Lokantası gelecek.

İlk önce Peymane nerededir? Burası Galatasaray Lisesi’nin hemen yan sokağından aşayı inerken sağ tarafta kalıyor. Meşhur Limonlu Bahçe’yi biraz daha geçiyorsunuz ve karşınıza Peymane çıkıyor.

Peymane Taksim’in kalburüstü restaurantlarından. Mekanımız iki katlı. İlk katında İtalyan tarzı (pizza, makarna vs…) ikinci katında ise tam Türklere has ocakbaşı var. Aynı zamanda ilk katında güzel de bir bahçe mevcut.

Uzunlamasına bir mekan ve ikinci katının hemen girişinde maksimum 7-8 kişinin oturabileceği bir ocak başı mevcut. Oturması gayet keyifli görünüyor. Mekanımızın müşterileri ise daha önce de dediğimiz gibi iyi görünüyor.

hemen yemeklere geçelim. Özellikle et ürünlerinde gerçekten başarılar. Biz ortaya et şiş ve külbastı söyledik. Özellikle külbastı parmaklarımızın yok olmasına neden oldu, inanılmazdı. Bunların yanında mezeler ise sınıfta kaldı.

Örneğin, gelen sıcak balon ekmeklerin olmazsa olmazı tereyağdır. Tereyağ ekmeğin içinde erir ve içine koyulan peynir ona harika bir tat verir. Fakat tereyağ yoktu. Peki peynir var mıydı? O da oldukça azdı. Hatta gelen irili ufaklı meze tabaklarından en küçüğü nedense en çok talep edilen peynire aitti. Bunun yanı sıra gelen ufak salatadaki nar taneleri çok gereksiz bir tat veriyordu. Onun dışında ezme bunların yanında adeta kraldı.

Mezelerden sınıfta kalan etlerde ise master yapan Peymane’nin sigara içilen bölümü ise enfes. Arkada İtalyanlardan kalma boş, devasa bir tarihi yapı var. Hafif vuran ışıklar ve kokusuyla içtiğiniz rakı sizi alıp götürüyor. Burayı bir gökdelen olarak görmeden mutlaka Peymane’yi ziyaret etmelisiniz.

Fiyat olarak ise geniş bir doğum günü ekibiyle gittiğimiz için tam fikir edinemedik. Ama sınırsız rakı ve bu yiyeceklerle beraber kişi başı 80 TL ödedik. Mekan hem temizliği, hem yemekleri hem kibar garsonları ve servisiyle gidilmeyi hak eden bir yer.

Burası 2009 yılında Kemerburgaz’da bir İtalyan restaurantı olarak açılmış ve buraya kadar gelmiş. Keyifli, öneririm.

Saygılar

Bir sonraki durağımız Karaköy Lokantası. Daha sonra 360'a, oradan Kırçiçeği’ne ve bunun gibi yerlere gideceğiz.

23 Mart 2012 Cuma

10 MADDEDE MADRID SEYAHATİ

3 günlük bir Madrid seyahatinden neler akılda kaldı? Madrid’e gittiğinizde görmeniz gereken yerler? Madrid’de nerelere gidilir? Otel fiyatları? Kalacak yer önerileri ve diğerleri…

Başlıyoruz…

ULAŞIM: İspanya’nın başkenti Madrid gerçek bir metro cenneti. Büyük bir metro ağına sahip. İstanbul’da 2 hat olduğunu düşünürsek burada tam 10 hat var. Her yere metroyla gidebilirsiniz, zaten her metro durağında görülmesi gereken yerler var. Bilet 1.5 Euro. Ama 10 gidişlik alın 15 Euro’ya… Metro girişlerindeki haritalar hayati önem taşıyor. Hatlar farklı renklerle ayrıştırılmış, dikkat edin.

Havaalanından otele  30 Euro’ya geldik, bilmediğimizden. Dönüşü ise 2.5 Euro’ya hallettik metroyla. Öte yandan taksiler her bagajınız için 2.5 Euro alıyor. Bilginize… Havaalanından direkt metroya binin. yer altında durum böyle yer üstünde ise trafik adeta yok. Kırmızı ışıklar dışında iki araba arka arkaya gelmiyor.  Ne korna gürültüsü ne de başka bir şey var. Ulaşım muazzam…

KONAKLAMA: Ben Madrid’in Tribunal mevkiinde bulunan bir hostelde kaldım. Hosteller bildiğiniz üzere konsept gereği bir odada çoklu yataklardan oluşur ve gece biri çıkıp gelip yan yatağına yatabilir. Biz bunun yerine sadece 2 yataklı ve aynı zamanda banyo tuvaletli bir oda kiraladık. Bunun için de günlük kişi başı 30 Euro ödedik. Hostel del Pez Azul’u orta yaşlarda sempatik bir kadın işletiyor. Size apartman anahtarını oda anahtarını veriyor ve siz tahta merdivenlerden çıkıp kimseyle karşılaşmadan odanıza çekiliyorsunuz. Kaldığımız hostelin detaylarını ilerleyen yazılarda aktaracağım…

YEMEK: İspanya demek tapas demektir. Tapas nedir? Kaba bir tabirle rakının yanında gelen mezelerin İspanyol versiyonu diyebiliriz. Bunlar genelde biranın yanında tercih ediyorlar. Ufak ufak tabaklarda ortalama 4 Euro olmak kaydıyla masanıza deniz ürünleri ağırlığında tapaslar geliyor. Her yerde tapas görmek denemek mümkün. Fakat mönülerde ingilizce yer almıyor. Siz en güzeli mönüden 3-4 çeşit seçin ne olduğunu bilmediklerinizden ve tadın. Farklı tatlar olsun yoksa kalamar patates ağırlıklı tapasları bildiğiniz tatları yersiniz ki buna gerek yok.

Bildiğiniz gibi Avrupa’da Türkiye dışında bir kahvaltı anlayışı yok. Öyle peynirler domatesler ballar tereyağları…  İspanyollar küçük küçük kruvasan tarzı yiyeceklerle öğünlerini geçiriyorlar. Biz ise genelde kahvaltılarımızı hostelin yakınında bulunan bir mekanda yaptık. Burada 8 Euro karşılığında sandviç söyledik ki bunlar büyük porsiyon halinde geliyor. Akdeniz sandviçinin içinde karides bile mevcut. Güzeller… Bunun yanı sıra patates ağırlıklı omletin daha yoğun halinde bulunan bir yiyecek tercih ettik. O da güzeldi. Fakat böyle bir öğün İspanyolların dikkatini çekiyor ve masanızın yanından geçen herkes size bir bakıyor.

GECE HAYATI: Doğal olarak burada da iyi bir gece hayatı vardır. Ama Guti Hernandez’in de dediği gibi İstanbul’la kıyaslanamaz bile. Ülkemizde gece hayatının en babası mevcut. Madrid’de 2-3 adet yoğun, kalabalık discolar mevcut. Bunlardan biri de yine Tribunal metro durağında bulunan Pacha. Metro çıkışta hemen arkanızda bulunuyor. Giriş 15 Euro, erkekler için ve buna iki içki dahil, kadınlara ise ücretsiz. Buraya zamanımız yetmediği ve sabahın 8'inden itibaren tüm şehri gezdiğimiz için yetemedik.

Bunun dışında İspanyolların gece hayatı tamamen sohbete dayalı. Türkiye’deki kıraathanelere benzeyen yerlere özellikle Cumartesi gecesi girmek çok zor. Yoğun bir kalabalık ve inanılmaz bir genç nüfus var. Özensiz hiçbir özelliği olmayan mekanlarda gençler devamlı ayakta takılıyor. Burada mekanın barında oturma anlayışı var. Masalar boş olmasına karşın herkes yemeğini bile barlarda yiyor. Herkesin elinde biralar şaraplar bu mekanlarda takılıyor. Madrid’in her yerinde bu tip mekanlar bulabilirsiniz. Bir saatten sonra marketler kapalı olduğu için bira bulamayabilirsiniz ama çoğu yerde Asya kökenli arkadaşlar 1 Euro’ya Mahou marka bira satıyor. Mahou Türkiye’nin Efes’i ama tadının pek iyi olduğu söylenemez. Özellikle Tribunal metrosu çıkışında da 50'ye yakın genç devamlı ayakta yerde takılıp bira içiyor. Burada hayat sokaklarda yaşanıyor. Bu tarzı seviyoruz…

SİGARA: Türk gibi sigara içmek deyiminin İspanya’da yıkılabileceği kanısındayım ki ülkede genç yaşlı herkes sigara içiyor. Fakat mekanlarda sigara içmek yasak, kapı önleri dumanlardan geçilmiyor. Bunun yanı sıra İspanyollar pek çalışmayı sevmiyorlarki dükkanlarını erken saatte kapatıp gidiyorlar. Bu yüzden sigara bulmanız zor olabilir gece saatlerinde. Bazı mekanların içinde tobacco makineleri var. ya buradan alacaksınız yada gündüzden Tobacco Shop’lardan bir iki kutu daha fazla alacaksınız. İspanyollar genelde sarma içiyor, çözümü bu şekilde bulmuşlar

GİDİLMESİ GEREKEN YERLER: Ben Madrid seyahatinden önce Ekşisözlük ve bunun gibi yerlerden bilgiler alıp gittim ve fazlasıyla işime yaradı. Şimdi  bizdeki Taksim’e benzeyen bir Sol meydanı var. Her yol buraya çıkıyor. Burada etrafta kafeler var ama asla bir Taksim gibi yoğunluk veya hengame renk yok.  Sol meydanının yanı sıra Gran Via caddesi de son derece renkli. Buranın sonu güzel yerlere çıkıyor. Her sokaktan girip geze geze yukarıya doğru çıkabilirsiniz tabii nereden Plaza de Espana’dan. Burası da bir metro durağı, buradan hareketle yukarıya doğru yürüyün alışveriş yapın vs…

Bunların yanı sıra Prado Müzesi, Prado Parkı, Palacios, Kibele heykeli ve bunun gibi gezilmesi gereken birçok yer var. İlerleyen yazılarda detaylı olarak anlatacağız…

SANTIAGO BERNABEU: İspanya seyahatimizin merkezini burası oluşturuyordu. Real Madrid-Malaga maçı için stada geldik yine metroyla. Stadın etrafında birçok alışveriş yapabileceğiniz seyyar satıcılar var ki bunlar da kulübün resmi ürünlerini satıyorlar. Aynı zamanda statta Real Madrid store da var. Buraya geldiğinizde uğramanız gereken yerlerden biri de Real Madrid müzesi. Statta yer alıyor ve girişi 15 Euro. Mutlaka görmelisiniz. Biz maç için bileti İstanbul’dan almıştık internet üzerinden. Online ticket express sitesinden. En kötünün bir iyisini aldık 55 Euro’ya. Onda da maratonun en üst sandalyelerini vermişler. Arkamızda bizden başka kimse yoktu. En kötüsü de kale arkası en üsttür. Yanımızdaki İspanyollar maçı dürbünle izliyorlardı o derece… Statta 3 Euro’ya bira alıp maç izlerken içebilirsiniz. Stat önündeki atkılar ortalama 10 Euro, anahtarlıklar 3 Euro.

HEDİYELİK EŞYA: Tarzımızdır, üzerimizde doğal bir baskı vardır ve yurt dışına çıkışta ilk önce aile ve yakınlara getirilecek hediyeler düşünülür. Özellikle Gran Via Caddesi’nde hediyelik eşya dükkanları mevcut ki İspanya’nın her yerinde bunlar karşınıza çıkabilir. hemen fiyatlardan bahsedelim. En güzel ufak hediyelerden biri Madrid bardaklarıdır. Hem Madrid hem Real Madrid hem de Barcelona bardakları almanız mümkün. Ortalama bir kupanın fiyatı 7 Euro. Bunun yanı sıra bira bardakları vs… de var. Magnetler ise 4 adeti 10 Euro veya daha iyileri 3 adeti 13 Euro gibi değişiyor. Güzel bir hatıra için ortalama fiyat 15 Euro’yu geçmez. Türk parasına çevirdiğinizde aklınız bulanabilir fakat buradaki 15 Euro Türkiye’deki 15 TL gibi düşünün, paramızın değersizliğini de anlayın… Boğa güreşi, bir Flamenco esintileriyle olan hediyeler daha çekici olabilir. Yoksa gidip duty freeye çekin parfümleri, viskileri…

CITY SIGHTSEEING: Madrid’de otobüsle şehir gezintilerinin merkezi hemen Prada Müzesi’nin önü. Buradan hareketle iki tur karşınıza çıkıyor. Ya saraylar, müzelerle eski Madrid’i yada plazalarıyla yeni Madrid’i ziyaret edebilirsiniz. İlki 20 Euro diğeri ise 24 Euro. Birçok dil tercihi var ama Türkçe doğal olarak yok. İngilizceyi seçin ve yaklaşık 1 saat süren şehir turuna çıkın. Trafik olmadığından dolayı oldukça keyifli ve kolay. Her duraktan istediğiniz gibi binebilirsiniz ve gün boyunca istediğiniz kez gezebilirsiniz.

KIZLAR VE ERKEKLER: Bir erkek olarak yanınızda Kurkova gibi bebek mi istersiniz yoksa Penelope, Hayek gibi simsiyah bir kadın mı? Tercihiniz sizi doğru yerlere götürecektir. Eğer tercihiniz ikinci şıksa doğru yerdesiniz. İspanya’nın kadınları son derece bakımlı, zarif ve ince. Simsiyah saçlar simsiyah gözler kalemle çizilmiş yüz hatları ve doğru tarz giyim anlayışları. Yolda yürürken kafanız bir sağa bir sola dönüp yalama olabilir.

Erkekler ise tabii Türkiye’dekilerden daha bakımlı. Erkeklerde ayakkabı ve ceketlerde kahverengi tonları hakim. Javier Bardem rüyasında olan kızlar için erkekler bir hayal kırıklığı yaratabilir. İtalya’yı da gezmiş görmüş biri olarak İtalya’nın erkekleri İspanya’nın ise kadınları. Olay budur… Bu arada kadınların gözleri asla boş bakmıyor. Hepsi cin gibive ilişkilerde genelde baskın olan taraftalar  Her an bomboş ıssız bir sokağın ucundan bir güneş gibi doğabilirler, dikkat…

KISACA: Genelde şöyle bir hava vardır. İspanya’da Barcelona Türkiye’nin İstanbul’u, Madrid’de Ankara’sı olarak kabul edilir. Tabii Madrid Ankara kadar soğuk ve hareketsiz değildir. Tabii denizin olmadığı yer bizim gibi deniz çocukları için daha sıkıcı olabilir. Edindiğim bilgiler Barcelona’nın daha güzel ve hareketli olduğu. Buradan da sanırım trenle gidebilirsiniz 4-5 saatlik bir yolculuk sonrası.

16 Şubat 2012 Perşembe

SARIHAN GUSTO - BAKIRKÖY

Sarıhanlar İstanbul’un dört bir yanına yayılmış Bayburtlu bir aile. Onları bu kadar farklı yapan enfes işkembeleri… Nasıl diğer işkembecilerle Sarıhan’lar arasında fark varsa Sarıhan ailesinin açtığı birbirinden bağımsız işkembecilerin arasında da fark olduğunu söylüyor buraları gezenler…


Burası Sarıhan Gusto. Yani Sarıhan adıyla açılan ilk işkembeci, gerçeği… ‘Taklitler asıllarını yüceltir’ sözünün bir başka hali. Tam 23 yıl önce Bakırköy İncirli’de açılmış. Sahipleri ise baba Adnan Sarıhan ve oğlu Cemal. Şişli, Fındıkzade, Esenler, Gültepe ve Küçükçekmece’de de Sarıhan İşkembe bulunuyor fakat gerçek Sarıhan, gerçek işkembe çorbası burada içiliyor. Baba Adnan aradaki farkı en net şekilde şöyle aktarıyor: Bizim işimiz tutunca maalesef akrabalar baktı para kazanıyor, hemen taklit ettiler. Ben de onlara dava açtım. Bu isimde tek marka tescil sahibi olan yine benim. Müşterilerimize de kötü ürünler sunulmasını engelleyeceğiz.


Ülkede fazlasıyla bulunan işkembe sevdalılarını ilk Bakırköy’de kurdukları restaurantla kendilerine bağlayan Sarıhan Gusto, yemek sektörü için ülke tarihinin en ciddi yatırımlarından birini yaparak Etiler’de görkemli bir şube daha açtı. İşkembe-Etiler-Sarıhan üçlemesi size ne çağrıştırıyor? Düşünün, alt paragrafa geçene kadar 1 dakika süre…


Evet, süre bitti. Aziz Yıldırım ve Arda Turan. Hani o basına fazlasıyla malzeme olan o polemik. Aziz Yıldırım’ın Arda ile olan samimiyetinden kaynaklanan “Naber lan Arda? Sen de mi buradasın” sözü… Baba Adnan Sarıhan Aziz Yıldırım’ın, oğlu Cemal Sarıhan da  Arda Turan’ın yakın arkadaşı. Cemal Sarıhan, vakit buldukça dünyanın dört bir yanını gezen, farklı lezzetler arayıp onları mekanına uyarlamak isteyen bir girişimci. Şık takım elbiseli, haute couture tarzındaki parfümü ve düzgün Türkçe’siyle neredeyse her müşteriyi kapıda karşılayacak kadar işini seven, çalışkan birisi.


Ve sadede geliyoruz artık. Mekanımız Sarıhan Gusto, Bakırköy İncirli. Hemen cadde üzeri… İçerisi loş, mekanın dizaynı ustalık işi, temizlik ve titizlik hastalık derecesi…


Yemekler… Burası asıl işkembesiyle ünlü fakat masada işkembe çorbası sevmeyen ve hayatında sadece bir kaşık alan biri var, ben. Garsonun önerisi üzerine bir tavuk çorbası içtim. Garson çorbayı getirene kadar keşke ezogelin veya mercimek mi içsem diye düşünürken ve içten içe bir pişmanlık yaşarken ilk kaşıkta kara bulutları dağıttım. Hayatımda içtiğim en iyi tavuk çorbasıydı. Buraya gideceklere tavsiye, eğer işkembe sevmiyorsanız tavuk çorbası isteyin, arkadaşlarınıza da önerin.


Masaya oturduğumuz anda verdiğim sipariş tavuk suyunun yanı sıra ciğerdi, yaprak ciğer. Masadaki arkadaşımla aynı tercihi yapmıştık. Ben çorba içiyordum o da ciğerin gelmesini bekliyordu. Ve ciğerler geldi ki ben sıcak çorbanın daha yarısını bile içememiştim, hem de tavuk suyu çorbasıyla keyif yapıyordum. Ciğer tabağım, çorbanın hemen yanına kondu ve garson arkadaş masadan ayrıldı. Ya ben o çorbayı yarıda bırakacak hemen ciğere geçecektim ya da ben çorba içerken ciğer soğuyacak daha az keyif alacaktım. Aslında ne kadar basit bir konu değil mi? Dillendirmeye gerek bile yok belki. Fakat mekan bu derece kaliteli, yemekler bu denli leziz olunca insanlar bunlara bakıyor, benim baktığım gibi. 4 nesil lokantacı bir aileden gelen biri olarak bu bir hata mıdır? Evet. Orası da ayrı.


Yemekler şahane. Gelelim fiyatlara. Mekanımız Bakırköy ve çevresinin en görkemli restaurantlarından biri. Haliyle bu görkemin, bu yemeklerin fiyatı da ona göre belirlenmeli. Kendi mönümden hareketle çorbam 8 Tl, meşhur işkembe çorbası da 9.5 TL. Yaprak ciğer 13 TL. Enfes ve buranın ünlü ürünlerinden sütlaç da 8 TL. İstanbul’un lezzet duraklarını bir Vedat Milor edasında, bir Mehmet Yaşin havasında dolaşan biri olarak fiyatlar 5 üzerinden 4.75 yıldız. Evet, o derece…  Mönü ve fiyat listesi de internet sitesinde mevcut http://www.sarihangusto.com/ Bence fiyatları koymamaları daha iyi olurdu, gizem her zaman işe yarar…


Evet, bugün de Sarıhan Gusto’daydık. Alınan alkolün ardından ayılmak için çorba içen, aş eren bu toprakların çocukları eğer hala burayı ziyaret etmemişlerse gerçekten çok şey kaybetmişlerdir. Yoksa siz hala Kırçiçeği’nde mi kaldınız 


Saygılar efendim. Bir sonraki durağımız Taksim’deki Leb-i derya.

1 Şubat 2012 Çarşamba

VONALI CELAL - LEVENT SAPPHİRE



Celal Öztürk’ün yani Vonalı Celal Usta’nın 7 çocuk, 4 damat, 12 torunu var.  Zamanında Perşembe’de yaptığı yemekler büyük üne kavuşunca bir de bu lezzetleri İstanbullular tatsın demiş ve Ahırkapı’ya hem de Kennedy Caddesi’ne gelmiş. Yine büyümüş, kitle fazlalaşmış ve çağa ayak uydurarak bir alışveriş merkezinde, Levent Sapphire’de kendine bir şube daha açmış.

Burası bir Karadeniz sofrası… Dediğim gibi, daha iyisini yiyene kadar en iyisi son gittiğim yerdir.


Yerini anlatmaya gerek yok, hemen yemeklerden başlayalım. Masadakiler: Hamsi buğulama, hamsili pilav, pideler, laz böreği, ve kedi bilal. Kedi Bilal demişken;  hem benim hem de masadaki arkadaşlarımın damak tadına uymadı ama kendisi  meşhur bir helvaymış. Hikayesi ise şöyle: Ordu’da dağlarda yaşayan Kedi Bilal bu helvayı yapar, fındık hasadı zamanı tarlalara gelirmiş. Çok sessiz yürüdüğü ve çevik olduğu için kendisine kedi lakabı verilmiş. Fındık bahçesi olmayan Kedi Bilal yaptığı helvayı verir, karşılığında fındık alırmış. Bugün Ordu’da şehir meydanında bu helvayı satırla kesip satıyorlar. Şeker, ceviz ve meyan köküyle yapılan helva ağızda hemen eriyor ama tekrar yemek isteyeceğiniz bir aroması yok. (Kopyala-yapıştır aldım hikayeyi. Zaten belli de olmuştur hani:)


Benim önümde duran hamsi buğulama şu ana kadar yediğimin en iyisiydi. Hele yanında mısır ekmeği ile bir başka oldu ama yanımda yer alan 8 arkadaş sağolsunlar ekmeği hamsinin suyuna bana bana bana bir şey bırakmadılar. Bunu lezzetini anlayın diye yazıyorum…


Zamanında Akçaabat’ta, yerinde yediğim Laz Böreği o zamandan beri aklımdan çıkmamış, bir türlü kendisine de ulaşamamıştım. Evet, kavuştum, iyi de oldu.


Gelelim hakkında en çok bilgi verebileceğimiz yemeğe, pidelere… Alışveriş merkezlerinde odun fırını yer almadığından dolayı bu tip yemekler maalesef elektrikli fırınlarda yapılıyor ve doğal olarak özelliklerini kaybediyor. Burada yenilen pideler tamam güzel, çıtır çıtır, malzemesi son derece kaliteli ama maalesef bir odun fırınından çıkan kokuyu ve lezzeti vermiyor. Burası pidesiyle de meşhur ama sanırım Ahırkapı’da bulunan şubesindeki pideyle. Pide demişken şu ana kadar ki en iyileri yazayım. Beylerbeyi Karpi ve Sarıyer pideban… Umarım ilk şubelerini ziyaret ettiğimde Vonalı Celal’i de buraya ekleyebilirim.


Onun dışında mekanda içki servisi olduğunu bundan fazlasıyla memnuniyet hissi yakaladığımı, servisin muntazam, çalışanların kibar ve çalışkan, hesapların da bir o kadar kaliteye göre uygun olduğunu sözlerime ekleyerekten Sapphire Vonalı Celal’den yazımıza son noktayı koyalım.


Bu arada buranın İstanbul’un kendi tarzında en ünlü restaurantlarından biri olduğunu da atlamayalım. Buranın müdavimleri arasında Sertap Erener, Beyaz, Rutkay Aziz, doğal olarak İsmail Türüt,Kenan İmirzalıoğlu, Cengiz Kurtoğlu gibi isimler de varmış. Ben demiyorum, internet sitelerinde öyle yazıyor. Bu da linki…http://www.vonalicelal.net/mudavimlerimiz.htm


Vonalı Celal’i mutlaka tavsiye ediyorum. Dediğim gibi kendi alanında en iyilerden biri. Eğer farklı bir lezzet, öğle arası yediğiniz yemeğe bir renk, damağınızda güzel bir ahenk bırakmak istiyorsanız gelin Vonalı Celal… Şiir gibi oldu, değdi de…



Saygılar

2 Ocak 2012 Pazartesi

YILDIZ HİSAR - RUMELİHİSARI


 




Yılbaşı gecelerini dışarıda geçirmeyi sevmem. En son bir otel konserine dahil olmuş, insanlıktan soğumuştum. 2012′ye giriş öncesi korkularım da hep bu yüzdendi.

İlk önce hep beraber yukarıdaki fotoğraflara bakalım. İstanbul’un eşsiz manzaralarından birine sahip burası. ilginçtir ki Yıldız Teknik Üniversitesi’ne bağlı. Ne mutlu.
Hadi, başlayalım. Nasıl gidilir? Hala fotoğraflara bakmadıysanız bence bunları bir okuyun. Sonra kafanızda oluşturduğunuz mekanla karşılaştırın. Burası Boğaziçi Üniversitesi Kampüsü’nden hemen 5 dakika uzaklıkta. Beşiktaş’tan (İstanbul’da merkezi hep Beşiktaş olarak alırım) Levent’e doğru çıkarken Etiler yoluna girin ve dümdüz gidin. Üniversiteyi geçmenizin ardından Rumelihisarı tabelasını takip edin ve Yıldız Hisar yazan tabeladan dönün bakalım, geldik.
Bu bir yılbaşı gecesi. Belki diğer yılbaşı günleriniz için bir alternatif oluşturabilir. Ne yedik? Güzel bir mönü karşıladı bizi. Karidesler, güzel bir peynir, yanında yemediğim bir rokfor, havyar, dolma, börek, hindi, pilav, hala neyden yapıldığını bilemediğim enfes bir tatlı. Yemekler şahane…
Ne içilir? İlginçtir. Çünkü ilk defa İzmir diye bir rakı markasını burada duydum. İlk başta biraz önyargılı yaklaştık. Olmaz dedik.  Hesaba ekstradan +75 ekleneceğini duyunca biraz geri çekildik ve İzmir’den devam ettik. Yaş üzüm rakısından. Sonuç yeter ki içinde anason olsun, hiç fark etmez…
Nereye bakılır? Mekanımız ikinci köprünün hemen dibinde. Sanki bir adım atsanız köprüden eve yürüyerek gidecekmişsiniz gibi. Köprünün büyüleyici ışıkları, karşı yakanın havası, geçen motorlar derken yağmur yağsa kar serpiştirse de içeride geçirdiğiniz dakikalarda hep burayı düşüneceksiniz.
Ortam nasıldır? Bir yılbaşı gecesi olması ve bir üniversiteye bağlı olmasından dolayı yaş ortalaması 54.5′ti. Durun, hemen etiketi yapıştırmayın. Amcalarımız teyzelerimiz çok güzel kızlar yetiştirmişler. Güzel bir nesil geliyor.
Ne dinlenir? Grup Dolce adında bir müzik grubu çıkıyor burada. Onlara jazz, blues yakışıyor gerçekten. Zaten ağabeylerin tarzı da o şekilde. Portofino’lardan, İbrahim Ferrer’lerden başlayan müzik yelpazesi her Türk gecesinde olduğu gibi halayla sona eriyor. Horon tepiliyor, Efeler sahneye çıkıyor, İbrahim Tatlıses yankılanıyor, ilk başta vals yapan amcalarımız en sonunda halay başı olarak görülüyor. Sonra da dj çıkıp gecenin sonuna noktayı koyuyor, gece için çiftlerin daha da yakınlaşmasını sağlıyor, her iki taraf da seviniyor.
Ne ödenir? Ben sınırsız İzmir rakı :) ve bir yılbaşı için gerçekten leziz yemekler için 120 Tl ödedim. Tabii taksi parası, içeride yapılan çekilişler, garsona verilen bahşişler, 5 Tl’ye satılan yılbaşı ürünleri derken bu fiyat neredeyse iki katı çıktı orası da ayrı
Sadece yılbaşı mı? Tabii ki değil. Grup Dolce ile beraber her Cumartesi canlı müzik var. Ama burayı en çok bir brunchta merak ediyorum. Onu da deneyince buraya notunu düşerim
Ben sustum, fotoğraflarım konuşsu
Saygılar